Prensesin Uykusuyum
Ben kimin uydusuyum, uymadı mı sorgusuyum
Hala eski duygusuyum, prensesin uykusuyum
Bir avuntu dolgusuyum, terk eder beni korkusuyum
Hala eski duygusuyum, prensesin uykusuyum
Uyanmaz mı... bana gelince zaman durmaz mı
Uykusuz, rüyasız, bana gelince hayat neden masalsız... bilmem
Bir masalın yokmuşuyum, ben hiç ben olmuş muyum
Hala aynı duygusuyum, prensesin uykusuyum
Redd'in, Çağan Irmak'a ilham veren şarkısındaki "hayat neden masalsız, bilmem" kısmına cevap niteliğinde, hayatın gerçeklerini göğüslerken çocukluğumuzu yani saflığımızı ve naifliğimizi kaybetmezsek, masalsı da yaşanabileceğini anlatan, öğreten bir hikaye olmuş Prensesin Uykusu.
Aziz, kütüphanede çalışan ve yetimhaneden beri arkadaş olduğu Neşet ile aynı evi paylaşan, hayata hep gülümseyerek bakan biridir. Yeni komşuları Seçil ve kızı Gizem'in mahalleye taşınması ile birlikte kader, hepsini aynı masalın içine sürükler.
"Küçük canavarların, perilerin ve çoğu zaman da çıplak gerçeğin tam ortasındaydılar. Kaderi değiştirmek için bir kahramana ihtiyaçları vardı. Ama bu kahraman daha öncekilere benzemiyordu."
Kahraman daha öncekilere hiç benzemediği için doğal olarak, masal da öncekilere hiç mi hiç benzemiyordu. Korku veren hayaletlere, canavarlara hatta ve hatta ölüme bile kafa tutar nitelikteydi.
"Uyandırmak için bir masal anlatıyorum sana. Dünyadaki bütün masalların aksine. Uyanınca okunacak bir masal, bizim masalımız. Dünyanın tüm masallarının tersine."
Özellikle Aziz'in, çocukluğunda şahit olduğu kötü olay karşısında ağlamaması, metanetle karşılıyor olması bana Kuyucaklı Yusuf'un çocukluğunu anımsattı. Hatta çekilen sahne, kitabı okuduğumda gözümde canlandırmış olduğum sahneye de çok benziyordu. Sabahattin Ali, bahsettiğim sahnedeki duyguyu anlatmak için şu sözleri kullanmıştı;"Çocuğun bu metaneti orada bulunanların kalbini parçalıyordu. Zaten, bir felakete sükûn ve itidalle tahammül edenlerin manzarası, o felaket için ağlayıp çırpınanların manzarasından çok daha korkunç ve ezicidir. Kuru ve sabit gözlerin arkasında, nasıl bir ateşin yandığı; yavaşça inip kalkan göğsün içinde nelerin kaynadığı bilinmediği için, insan mütemadi bir ürkeklik ve tereddüt içinde üzülür..."
Çağan Irmak ise bu sahneyi anlatmak için herkesi çizgilere bürümüştür, gerçek olamayacak kadar gerçek olduğundan olsa gerek...
"Kader değiştirilemez, değiştirilirse kader olmaz diyenler var. Olmasın varsın. Hiçbir şeyin değiştirilmeyeceği bir dünyada yaşamak ne umutsuzca olurdu, öyle değil mi? Başına gelmiş kötü bir olay, öyle bir gün gelir ki olması gerektiği için olmuş ve daha iyi bir şeye neden yaratmıştır. Bilemezsin."
Siz siz olun işaretleri takip edin...
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder